Siyasetin ve siyasetçinin hor görüldüğü hatta aşağılandığı bir dönem yaşıyoruz! Buna rağmen, uluşça, serbest seçime dayalı demokratik sisteme olan bağlılığımızdan da vazgeçmiyoruz.
İçinde bulunduğumuz şartları dikkate alırsak, en geç bir yıl sonra yeni bir seçimle karşı karşıya kalacağımızı sanıyorum. Bu defa, yeni bir seçim ve yeni bir siyasi partiler yasasının çıkmasını bekliyor, sandık başına yeni umutlarla gitmeye hazırlanıyoruz.
Sivil toplum örgütlerinin; politikacıları, parlamentoyu ve hükümetleri kıyasıya eleştirdiği bu dönemde, işadamının siyasetteki rolü, yeniden gündeme girmiş bulunmaktadır.
"Meslek Odaları"nın ve "Tüsiad", "Müsiad" gibi kuruluşların, sık sık, ekonomik ve sosyal politikalarla ilgili görüşlerini açıklamaları, böylesine çok sesli bir ortamda, işadamlarının, önümüzdeki dönemde, siyasi kadrolar içinde rol almaya hazırlandıklarının işareti sayılabilir mi?
Olayların tarihi akışına baktığımızda, Cumhuriyetle beraber, Türk işadamının, siyasi partileri etkileyerek kendini güvence altına almaya daima önem vermiş olduğunu görüyoruz. Tek parti döneminde, "mütegallibe" olarak adlandırılan ve bölgelerinin önde gelen tüccar ve çiftçileri CHP içinde etkin roller üstlenmişlerdi. 1946'dan sonra, Demokrat Parti, işadamlarının ve kırsal kesim ağalarının omuzlarında yükselmiş, Celal Bayar ve Adnan Menderes onların destekleriyle iktidar koltuğuna oturmuşlardı.
1960 "ihtilâl"i işadamlarının politikaya olan heveslerini azaltmış, ancak, iş çevreleri, 1965 yılında Adalet Partisi ile Süleyman Demirel'in iktidara gelmesinde gene baş rolü oynamışlardı.
1980 yılında askerî yönetimin Turgut Özal'a gösterdiği güven ve onun bu güveni Anavatan iktidarına çevirme becerisi, Türk işadamlarına yeni ufuklar açmış oldu.
Bugün, iş ve siyaset dünyasındaki tarihi ilişkileri dikkate alarak, önümüzdeki dönemde, işadamlarımızın siyasi partilerde aktif göreve talip olacaklarını sanıyorum. Yaşanan bunca skandal ve ekonomik krizden sonra, genç kuşak işadamlarının politikaya bakışlarının ve siyaseti etkileme düşüncelerinin önemli nis
bette geliştiğini görüyorum. Ve, bu gelişmeden, memleket için büyük yarar doğacağına inanıyorum.
Son dönemde Cem Boyner ve Besim Tibuk'un, işadamı olarak siyaset sahnemize kazandırmak istedikleri yenilikler sonuçsuz kalmıştır. Bugün bir Kemal Derviş "olayı" yaşamaktayız. Daha işin başında, tıpkı 1980'li yıllarda Turgut Özal'a gösterilmiş olan güven gibi, büyük bir çoğunluk, Kemal Derviş'e, hayâl edemiyeceği bir umut bağlamış bulunmaktadır.
Ekonomik program uygulanır ve başarı belirgin bir hâl alırsa, önümüzdeki seçimde Kemal Dervişi'in başını çekeceği siyasi kuruluş, kamuoyunun güven duygusunu kazanacaktır.
İşadamları, her platformda, sosyal demokrat politikaları benimsediklerini açıkladıklarına göre, onların yeni seçimde Kemal Derviş'i desteklemeleri çok doğal olacaktır.
Ancak, şu gerçeği de unutmamak gerekmektedir: Muhakkak ki, yeni dönemin en önemli özelliği, her konuda "şeffaf olma" şartının, bir ilke olarak öne çıkmış bulunmasıdır.
Bu bakımdan, yeni dönemde politika arenasına inecek genç kuşak işadamları, her alanda "şeffaf olma" ilkesine inanmak ve bunun bütün gereklerini yerine getmek durumunda kalacaklardır.
Bu defa, "Yaşamı değiştirmek için", Kemal Derviş'in yaptığı gibi, her hareketi programlamak ve adımları zamanında atmak zorundayız.
Çünkü, gelecek seçim; özgür, çağdaş ve demokratik bir toplum olma yolunda önümüze gelecek "son şansımız" olacaktır.